Αναζήτηση αυτού του ιστολογίου

Δευτέρα 17 Φεβρουαρίου 2020

Sonra İsa şöyle bir mesel anlattı: iki oğlu olan bir adam varmış.




Sonra İsa şöyle bir mesel anlattı: iki oğlu olan bir adam varmış. Günlerden bir gün oğullarından genç olanı adama ‘baba bana hakkıma düşeni ver, gideyim kendi hayat yoluma çekeyim’ demiş ve hakkına düşeni alıp birkaç gün sonra herşeyini toplayıp o ülkeden ayrılmış gitmiş. Gittiği yerlerde serserice yaşayıp nesi varsa nesi yoksa harcamış, telef etmiş. Üstüne üstlük, durum öyleyken bulunduğu diyarda kıtlık da baş göstermiş, genç adam yiyecek de bulamamaya başlamış. Mecburen o ülke yaşayanlarının birinin domuz çiftliğinde domuz çobanlığı yapmaya koyulmuş. Durumu o kadar içler acısıymış ki o domuzlara verilen keçi boyunuzlarından yemeyi bile azu eder hale gelmiş... ama onu bile kendisine vermeye niyetli kimse yokmuş ortalıkta.

İşte o zaman kalbinde uyanıp ‘babamın işinde çalışan çırakların bile ziyadesiyle yiyecek ekmekleri oluyor, ben ise buralarda açlıktan ölüyorum’ diye iç çekmiş. ‘Bundan tezi yok, babamın evine dönüyorum, ona baba hem Yüceler’e karşı hem de sana karşı günah işledim, artık oğlun diye addedilmeye hakkım yok, lütfen beni de çıraklarından biri olarak yanına al diyeceğim’ şeklinde düşünerek kalkmış, dönüş yoluna düzülmüş.

Dönüş yolunda, uzaklardan henüz görünmüşken, babası yaklaşanın oğlu olduğunu farketmiş, koşmuş, büyük bir coşkunlukla kucaklamış, bağrına basmış, öpmüş onu. Oğlu ise ‘baba’ demiş ‘ben hem Yüceler’e karşı hem de sana karşı günahta bulundum, artık oğlun addedilmeye hakkım yok’. Ama babası etraftaki çalışanlarına ‘durmayın, hemen o eskiden burdayken giydiği giysisini getirin, giydirin kendisine, eline yüzük takın, ayaklarında da ayakkabı olsun... oğlum ölüydü dirildi, kayıptı bulundu’ deyip besili dananın kurban edilmesi, masa ve şölen kurulması için emir vermiş.

O esnada babanın büyük oğlu tarladaki işinden dönüyormuş. Uzaktan evdeki sevinç ve coşku atmosferinin seslerini duyduğunda etrafta çalışan çocuklardan birine ne olduğunu sormuş. Çocuk da ‘kardeşin eve döndü, sağlam dönebildi diye baban besili danayı kurban etti, şölen kurdu’ demiş. Olanları öğrenen büyük oğul öfkelenmiş ve eve girmem diye diretmeye başlamış. Bunu gören babası ise dışarı çıkıp içeri gelmesi için kendisini çağırmaya, ikna etmeye çabalamış. Büyük oğul ‘ben senin emrinde yıllarca çalışıyorum, tek bir kere sözüne karşı gelmedim ama sen arkadaşlarımla sevineyim, şölen kurayım diye bir oğlak bile vermedin… oysa şimdi kendisine verdiklerini fuhuşlarda, berbatlıklarda israf etmiş olan ufak oğlun döndü diye koca besli danayı kurban ediyorsun’ diye hayıflanıyormuş. Babası ise ‘oğlum’ demiş ‘sen her zaman benleydin, neyim varsa neyim yoksa senindi hep, şimdi sevinmemiz olayı kutlamamız gerekiyor, kardeşin ölüydü dirildi, kayıptı bulundu’.

(Luka 15.11-32)

... ... ...

Hristiyan dünyasında ‘Serseri Oğul’ meseli Yeni Ahit metinlerinde İsa Mesih’in anlatmış olduğu meseller arasında en çok bilinenlerdendir. Dünyevilik batağına batmışların Tanrı’ya dönüşünü, Tanrı’nın kendilerini şefkat dolu bir baba olarak nasıl beklediğini resmeder. Tövbe eden, derin bir özeleştiriye cesaret edip bencillik ve düşkünlüğünün farkındalığına varan, gafleti üzerinden silkeleyenin Yaradan katında nasıl büyük bir sevinç ve coşkuyla kabul edileceğinin altını çizer.

Tabi, anlatının bir de ikinci kısmı vardır ki çok ilginçtir: İnsanların gözünde ‘Baba’nın ‘evi’nden hiç ayrılmamış, dindar ve erdemli olarak addedilmişlerin aslında Baba’ya ve O’nun zihniyetine ne kadar yabancı, ne kadar kibirli ve kendilerine övgü ile dolu olabileceklerine son derece isabetli bir benzetmeyle işaret eder. Zaten İnciller’deki anlatılar boyunca İsa’nın başlıca eleştirisi dindarlık ve erdem kisvesi altında gizlenmiş bencilliğe karşıdır. Zamanın İsraili’nin kendilerini dinin muhafızları olarak gören önde gelenlerince küfürle suçlanıp çarmıha gerilmeye mahkum edilmesinin başlıca nedeni de budur.

Ortodoks Kilise’nin takviminde meselin anı günü Diriliş bayramının (Paskalya’nn yani) yaklaşık elli gün süren büyük oruç süresinin arifesindeki haftaya yerleştirilmiştir. Öyle bir tarihe yerleştirilmiş olması manidardır elbette: oruç süresi bir 'dönüş', bir 'asla rücu' yoluna düzülüş çabası olarak görülür.

Meseldeki benzetme hepimizi, tüm insanları, ilgilendiren bir benzetmedir (zaten Yeni Ahit anlatıları evrenselliği olan anlatılardır, ırk, renk, millet demeden tüm insanlara hitab ederler).

Söz konusu anı gününde Hristiyanlar bazen ‘bugün isim günümüzü kutluyoruz’ diye aralarında şakalaşırlar. İnsanlar olarak hepimiz az veya çok ‘serseri oğullar’ız, hepimizin varoluşsal kökümüzle (Yaradan ile yani) acilen irtibat sağlama ihtiyacımız vardır nitekim.

(Görsel 19uncu asrın ikinci yarısı ve 20nci asrın başlarında yaşamış Eugene Burnand adlı isimli İsviçreli ressamın söz konusu meselle ilgili bir resimlendirmesinden.)

_____________
Dimitri Lalushi

Δεν υπάρχουν σχόλια: